Kayıtlar

Uyan ey halkım! / Feyzi Hepşenkal

Resim
Pandemi kabusunda bir ay önceydi yalnızca. Vaka sayısına göre 199,101 dosya ile dünya sıralamasında Brezilya sekizinciydi ve Türkiye’nin bir basamak üstündeydi. Ölüm sayısı da 10,113’tü. Gümbür gümbür geldiler, ABD dışındaki bütün ülkeleri altına aldılar ve bugün 2’nci sıradalar. Vaka sayısı 775,184, ölüm sayısı 39,797 oldu. Nüfusu Çin’den sonra en kalabalık ülke olan Hindistan uzun süre durumu idare eder gibi göründü. Yine 1 ay önce 62,808 vaka ve 2,101 ölüm ile 14’üncü sıradaydılar. Şimdi 287,155 vaka ve 8,107 ölüm ile 6’ncı sıraya oturdular. Belki de yarın İngiltere ile İspanya’yı geçip, 4’üncü olacaklar. * * * Aynı şekilde Peru, 13’üncüydü. 65,015 vaka, 1,814 ölüm vardı. Bir ay sonra 208,823 vaka, 5,903 ölümle 8’inci sıradalar. Meksika 31,522 vaka ve 3,160 ölüm ile 17’inci sırada yer almıştı. Yeri üç sıra yükseldi ama vaka sayısı 1 ayda yaklaşık 90 bin, ölüm sayısı ise 10 binden fazla arttı. Hele Pakistan… 20’inci sıradan, 15’inciliğe geldi...

Dangoz mu demeli, ne demeli? / Feyzi Hepşenkal

Resim
Sürekli yinelenen kampanyalarla gündeme gelir bu “yanlışlık”, bu “çirkinlik”, bu “kabalık” veya bu “ayıp” ya da her denirse! Otobüste, vapurda, durakta, metroda, terminalde iki bacağını alabildiğine açan erkekler; yadırganır, kınanır, ayıplanır. Bazısı uslanır, toparlanır. Bazısı “gökten taş düşmesini bekler tepesine” kendine gelmek için! Kimi “bilimsel” yaklaşır: “Isı stresi spermler için ölümcüldür, bu nedenledir ki testisler vücut sıcaklığından uzakta olacak şekilde evrimleşmiştir. Yumurtalıkların aksine, sıcaklığı daha etkili bir şekilde düzenleyebilmek için vücuttan uzaklaşıp testis torbasına yerleşirler. Isı stresine karşı gösterilebilecek birkaç mekanik tepki de vardır. Testis torbasının kendisi gevşeyip uzayabilir, böylece testisler vücuttan iyice uzaklaşır. Bir başka tepki ise erkeklerin, testislerin ısı stresi sıcaklığına yaklaştığını hissetmesiyle birlikte bölgeyi serinletme güdüsüyle bacaklarını açmasıdır.” * * * Gerçi bu görüş tepki çeker. Kimi ...

Hukuksuzluk, zorbalık var olduğu sürece… Ne dava biter, ne tamir! / Feyzi Hepşenkal

Resim
Daha ilk cümlesi ile özetini aktarır Dava: “Biri Josef K’ya iftira atmış olmalıydı, çünkü kötü hiçbir şey yapmış olmadığı halde bir sabah tutuklandı.” Franz Kafka’nın ölümünden sonra, 1925 yılında yayınlanabilmiş ve kimine göre “Gelecek yıllarda dünyayı sarsacak olan totalitarizm dehşetinin bir kehâneti olarak” görülen Dava’nın çizgi roman uyarlaması da var. Ve oradaki şu tek kare ise kitabın bir başka özeti yine… Josef K neredeyse 100 yıldır, hukuksuzluğun, zorba iktidarların pençesine düşenleri simgeliyor. * * * Bir başka simge, Yakov Bok. O da soyadının Türkçe okunuşundaki karşılığı gibi, “bok yoluna” gidenlerden! Yakov’un öyküsü 1911 yılında, Kiev’de geçiyor: “Bu tarih, 1905 devrimi ile Rusya'nın son Çar'ının devrilmesi arasında kalan bir zaman dilimidir ve siyasi ortamın belirsizliği bir kültür paranoyası yaratmıştır. Bastırılmış korku ve düşmanlıklar artık açığa çıkmış ve saldırganlaşmıştır.” 1966’da yayınlanan, bir yıl sonra hem AB...

Gönül meselesi / Feyzi Hepşenkal

Resim
Hafta sonu evden çıkmaya gönlüm razı olmadı. Emir büyük yerden gelmişti zira. Aklım tepiniyordu başımda: “Sakın ha… Sakın ha… Evden çıkma.” Gönlüm de dinledi aklımı. Evden çıkmama razı olmadı. Akıl ve gönül birlikteliğinin ne denli önemli ve yararlı olduğunu, “yurttan manzaralara” bakınca, daha iyi anladım. Parklar dolu. Orman yollarında, araba kuyruğu. Meydanlar hıncahınç. Dans pistleri bile açılmış, sarmaş dolaş olanlara. Ne akıl kalmış başta. Ne gönül ferman dinliyor! * * * Oysa Prof. Dr. Esin Davutoğlu Şenol’u dinleseler mesela: “Bugün caddeler insan kaynıyordu. İnsanlara deli misiniz, şaka mı yapıyorsunuz demek istiyorum.” De Hocam de. Ne var ki, demek, söylemek nafile. Dinlemiyorlar. Umursamıyorlar. Kitlesel intihara doğru gidiyor ülke. Toplu cinayetlerin faili olmayı niyetlenmiş yığınlar, her yanda kol geziyor. * * * Neydi o İzmit’te, otobüsteki kadının “Maskeyi takmam da takmam” diye bağırması? Deli miydi, delirtmişl...

Süleyman Yağız yazdı / NİYET OKUMA DİYORLARDI, NİYETLERİ İKTİDAR OLDU!

Resim
Yaklaşık 25 yıl önce, "İSLÂM YÖNETİME TALİP OLMAKTAN VAZGEÇMELİ" başlıklı bir yazı kaleme almış ve bunu tanınmış bir muhafazakâr arkadaşın dergisine göndermiştim. Yayımlanmıştı. Bu arada, "SİYASAL İSLÂM"dan söz ettiğimizde, bazı muhafazakârlar, "NİYET OKUMA" karşılığını veriyordu. Ama belli ki, niyetleri buymuş, takiye yapıyorlarmış... Nitekim, sonunda SİYASAL İSLÂM iktidar oldu. * O zaman NİYET OKUMA diyenlerin, bir iki istisna dışında, gıkı çıkmıyor. Hepsinin keyfi yerinde. İyi de para kazanıyorlar. Altlarında lüks arabalar, cipler! Servet ve israf denizinde yüzüyorlar! Ama sokakta karşılaştıkları birine Allah'ın selâmını bile vermiyorlar! * Yeni bir zengin tipi türedi! Gösterişi de seviyor bunlar! Ama kültürel açıdan çok yoksunlar. Açlar demedim, çünkü, bazı istisnalar dışında böyle bir arayışları da yok! Gelsin ihaleler, kazanılsın cukkalar! * Herkes bilir ki, devrimci solcular para pul işine pek it...

Atarlar mı şimdi beni içeri? / Feyzi Hepşenkal

Resim
Uluslararası Af Örgütü’nden gelen e-posta, özünde ABD’de yaşanan son olayları konu alsa da; size, bana, aklında fikrinde “insan” olan, insana yapılan tüm kötülükler karşısında yüreği sızlayan her insana yapılan bir çağrı. “Bir polis memurunun yedi dakika boyunca duruşunu değiştirmeden, diziyle boynuna bastırdığı sırada George Floyd, ‘Lütfen, nefes alamıyorum!’ diyordu. Elleri kelepçeli bir şekilde yere yatırılan George ‘Ölmek üzereyim’ diye sesleniyordu. Polis memuru en sonunda dizini çektiğinde George’un bedeni hareketsizdi” diye başlayan çağrı metni, şöyle sona eriyor: “ABD’de George’un öldürülmesini protesto etmek için sokaklara çıkan ve yetkililerden yanıt talep eden insanlar ise polis baskısıyla karşılaşıyor. Hemen harekete geç ve ABD yetkililerine, George Floyd’un öldürülmesinde sorumluluk taşıyan herkesten hesap sorulmasını sağlama çağrısı yap!” * * *         Ne yapılabilir ki? En azından, “25 Mayıs 2020’de Minnesota Eya...

Koca bakanı uyaran da yok / Feyzi Hepşenkal

Resim
Sağlık Bakanlığı Bilim Kurulu üyesi, Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı Prof. Dr. Alpay Azap “Dünya üzerinde vaka sayısı 6 milyona yaklaştı ve gördük ki bu hastalık gerçekten özellikle yaşlılarda çok ağır seyrediyor. Ölenlerin yüzde 90’a yakını 65 yaşın üstünde” deyince; Duvar’dan İrfan Aktan soruyor kendisine: -       Türkiye’de bu oranı biliyor muyuz? Yanıtı fazlasıyla manidar: -       En azından ben bilmiyorum. Prof. Alpay Azap, çektiği azabı ustaca dışa vurmuş, sanırım. “Düşünün” diyor: “Ben bilmiyorsam, kim bilebilir?” Komşu kızı Zehra mı? Sarı çizmeli Mehmet Ağa mı? * * * Sanırsınız, devlet sırrı. Belki de öyle. Türkiye’de koronavirüsle ilgili her türlü bilgi, gerçekten devlet sırrı. Ölenlerin yüzde kaçı 65 yaşından üzerinde, sorusunun yanıtını Bilim Kurulu üyesi bilmiyorsa; var mı bunun başka izah tarzı? * * * Sonra diyorlar ki: “Bize inanın, güvenin…” Yaşadığım...

O gün, bugündü / Feyzi Hepşenkal

Resim
Her insanın yaşamında, onun yanı başında yaşamaya devam eden Nazım Hikmet gibi insanlar olmasa, hayat böylesine yaşamaya değer olmazdı herhalde. Düşünsenize, bunalmışsınız, nefes alamaz duruma gelmişsiniz ve o kulağınıza fısıldıyor: “insanlar için ölebileceksin, hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için, hem de hiç kimse seni   buna zorlamamışken,   hem de en güzel, en gerçek şeyin yaşamak olduğunu bildiğin halde...” Bir anda derlenmez mi, toplanmaz mı insan, bu sözleri duyduğunda; farklı bir inançla, mücadele hırsıyla kollarını sıvamaz mı? * * * Nazım Hikmet ölümsüz insanlardan biri olarak, yaşıyor bizimle. Ne var ki, 3 Haziran 1963 günü… “Her zaman uyandığımdan daha erken uyandım. Perdesiz pencereden doğruca gözüme gelen güneş uyandırmıştı beni. Ev sessizdi. Seni uyandırmak istemediğimden kalkmadım. On     beş dakika kadar geçmişti herhalde ve sabah postasının kutumuza bırakıldığını işittim, demek ki saat 7:20’ydi....