Yavuz Baydar'ın yazısı, kayda alınmalı
Başkan Erdoğan'ın
sert hezimet tatmasına yol açan Istanbul 'tekrar' seçimleri ardından esen
rüzgarları bugüne kadar dikkatle izledim, bu kritik kırılma anından sonra
muhalefetin nasıl bir yol haritası izleyeceğine, Millet İttifakı'nın ne
yapacağına, bu arada Gül-Babacan ve Davutoğlu kopmalarının konjonktürü nasıl
etkileyeceği meselesine odaklandım.
Demokratik değişim
adına düşünce akışlarında bir tortulanma bekledim, şartların bir nebze olsun
olgunlaşıp olgunlaşmayacağına baktım.
Ama, resim tam
olarak netleşmese de, bazı bilgiler olgunlaşmasa da, eldeki veriler o kadar
acil bir hal aldı ki, artık yazmak farz oldu.
Değişim sancısını
hücrelerinde hisseden, 'bu işler böyle gitmemeli' diyen seçmen yakın gelecekte
yeni bir hüsran duvarına çarpacak gibi görünüyor.
Sandıklara 'Herşey
çok güzel olacak' sloganıyla koşan CHP seçmenini de, bu slogandan etkilendiğini
anladığımız İyi Parti seçmenini de, AKP içinden çıkabilecek yeni bir harekete
bel bağlayan muhafazakar seçmeni de bir hayalkırıklığı bekliyor.
Bazı yorumlara
yansıyan 'dip dalga' kavramını tenzilatlı almak gerekli, çünkü tabanda eğer
böyle bir hareketlilik varsa, bu olsa olsa mevcut siyasete karşı bir protesto
ifade etmekte. Bunun anlamlı ve karşılığı olan bir 'dip dalga'ya dönüşmesi için
siyasi muhalefet içinde pusulasının şekillenmesi ve sahici bir alternatife,
Erdoğan koalsiyonuna karşı amansız bir baskı aracına dönüşecek şekilde
yönlendirilmesi gerek.
Böyle bir şey söz
konusu mu? Hayır.
Eğer az önce
andığım seçmen tabanı, CHP ve İyi Parti ile AKP'den kopan Gül-Babacan ve
Davutoğlu kamplarını markaja almayı başaramaz, 'bekleyelim görelim'
kaderciliğine kapılırsa yaşanacak olan hayalkırıklığı Türkiye'yi iyice uçlara
sürükleyecek.
Bunları neden
yazıyorum. Tek tek izah edeyim.
Güvenilir
kaynaklardan edindiğim bilgilere göre İyi Parti liderleri ile Erdoğan arasında
bir süredir üstü kapalı sürmekte olan 'kolaisyona katılma' pazarlıklarında sona
gelinmiş durumda. Buna göre, partinin mali açıdan varlığının dayandığı güçlü
isim Koray Aydın ve Ümit Özdağ, İyi Parti'nin üçüncü ortak olarak AKP-MHP
koalisyonuna Ocak ayı başında katılmasında Saray ile anlaştılar. Kaynaklarım,
İyi Parti lideri Meral Akşener'in bu kaymayı önleyecek, ve partiyi Millet
İttifakı içinde tutabilme gücünün iyice zayıfladığını aktarıyorlar.
Koray Aydın'ın
nüfuzu iyice belirginleşiyor. Şunu da eklemekte yarar var: Parti kurulurken
temasa geçilen merkez sağ bazı önde gelen isimler Koray Aydın'ın adını
kurucular arasında duyunca 'tamam, bu kurduğunuz aslında MHP'nin bir türevi,
gideceği yer belli' diyerek teklifleri reddetmişlerdi.
İyi Parti'nin
öngörülebilir bir gelecekte, o zaten zayıf mı zayıf erken seçim opsiyonunu da
devre dışı bırakacak şekilde 'yerli ve milli' koalisyonda fotoğraf vermesi
konusunu şimdiden bir yana koyalım.
'Perşembe'nın
gelişi Çarşamba'dan belliydi' diyeceksiniz. Evet, Millet İttifakı, içinde
yeniden tezahür eden eski ve çürük siyaset esnafı unsurları nedeniyle baştan ne
denli gevşek olduğunu göstermişti. Şimdi bu gidişatı izleyeceğiz, eğer Akşener
itiraz etmezse, ki bu da zayıf bir olasılık.
Gelelim
CHP'ye.
Eleştirel bir
bakışla, Ekrem İmamoğlu'nun, sessiz ve derinden akıllıca giden Mansur Yavaş'ın
aksine açık sulara çok fazla kulaç attığı, her meseleye girmekte beis
görmediği, bunun da kendi hesabına olumlu olarak pek yansımadığı anlaşılıyor.
Ama asıl önemli olan, 'biz uzlaşma ve konuşarak çözümden yanayız' söyleminin
ardına sığınmışıkla, Beştepe'nin kendisini mali ve idari olarak ne kadar
ustalıkla kuşattığını - en iyimser yorumla - anlayamamış olması.
Sel felaketinde
imajı Saray tarafından bilinçli olarak ('Bodrum tatili') kemirilen İmamoğlu,
son deprem nedeniyle Saray'ın bir numaralı potansiyel günah keçisi haline
geldiğinin, İBB'de deprem dolayısıyla kötüye giden her işin sorumlusu ilan
edileceğinin, yandaş medyanın karşısında artan kırılganlığının farkında mı, o
da belli değil.
Onu da geçelim.
CHP'de İmamoğlu'dan daha da önemli, daha büyük bir mesele var: İstikamet ve strateji kargaşası.
CHP'nin temel sorunlar söz konusu olduğunda göze çarpan yalpalamaları, çelişkili dili, 'her kafadan bir ses çıkması' hali, ve alternatif bir muhalefet dalgası üretmesine ket vuran devletçi refleksleri, partinin Suriye temalı son toplantısında bir kez daha su yüzüne vurdu.
CHP'de İmamoğlu'dan daha da önemli, daha büyük bir mesele var: İstikamet ve strateji kargaşası.
CHP'nin temel sorunlar söz konusu olduğunda göze çarpan yalpalamaları, çelişkili dili, 'her kafadan bir ses çıkması' hali, ve alternatif bir muhalefet dalgası üretmesine ket vuran devletçi refleksleri, partinin Suriye temalı son toplantısında bir kez daha su yüzüne vurdu.
Bunun işareti CHP
lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun toplantıda sarfettiği ' Türkiye'nin kendi
güvenliği sağlamak amacıyla Suriye toprakları üzerinde sürdürdüğü terörle
mücadelenin meşruluğuna inanıyoruz'' şeklindeki sözlerdi. Kemal Bey eğer bu
sözlerle, yabancı bir ülke toprağında TSK'nin faaliyet göstermesi konusunda
Erdoğan ile hemfikir olduğunu mu söylemek istemişti? Alınan mesaj buydu. Demek
ki, CHP Saray ile aynı dalga boyunda kalacak, hangi gerekçe ile olursa olsun,
Suriye'ye yönelik yeni bombardımana veya istila hareketine itiraz etmeyecekti.
Kaldı ki CHP
liderinin terörle mücadeke derken, DAEŞ'i mi, yoksa Suriye Demokratik
Güçleri'nin ana parçası YPG'yi mi kastettiği de net değildi. Eğer ikincisi
kastediliyorsa, YPG'nin şu ana kadar Türkiye topraklarına hangi terör eylemini
gerçekleştirdiğini de ciddiyet adına eklemesi gerekirdi.
Toplantıyı dış
politika alanında yetkin uzman olan emekli Büyükelçi ve CHP milletvekili Ünal
Çeviköz'ün yerine Veli Ağbaba'nın açmasına izin verilmesi ve elbette ki ana
muhalefet adına farklı ve cesur bir pozisyon ifade edecek böylesi bir
toplantıya Suriye'deki tüm tarafların davet edilmemesi de CHP'nin bundan
sonraki davranış kalıpları hakkında soru işaretlerini artırmakta.
CHP'nin sonuç
bildirgesi öz bir deyişle, AKP'nin esasında Suriye ve Kürt siyasetinde iflası
ifade eden siyasetinin, Kürt meselesinde inkarcılığı da içeren ama bunu AKP'den
daha rafine bir dille ifade eden bir metin olarak kayıtlara geçti. Perde
arkasına bakıldığında tavır bu kadar basit görünüyor.
Belli ki CHP
içindeki devletçi, elitist ve redci bir damar galebe çalmıştır. Suriye
konusunda CHP, bir zamanlar Kürt demokratik taleplerinin bastırılmasında Saddam
gibi gaddar bir diktatörle iletişimin desteklenmesinde nasıl beis görmemişse,
bu bildiriyle de Esad'la diyalogu destekleyerek adeta 'Kürt taleplerinin bir
kez daha bastırılmasında en uygun ortak Şam olacaktır' demeye getirmektedir.
Elbette son toplantıda sergilenen tablo, yerel seçimlerde umutları adına CHP'li
adaylara oy veren HDP tabanında son kalan beklentileri de yıkacak
güçtedir.
Bunun AKP-MHP despotizmine
karşı bir alternatif oluşmasında son derece olumsuz rol oynayacağını CHP tepe
kadrolarının ne denli umursadığı da ayrı bir merak konusudur.
Ama bu aşamada şu
nettir:
Iyi Parti'nin
Saray'la uzlaşması ardından Millet İttifakı'nda sona gelinmiş, CHP de Türkiye
siyasetinde evvelce pek çok kez yaşadığımız gibi devlete doğru meylini
hızlandırmıştır.
Meylinin hızı,
yaşamakta olduğumuz 'HDP ve Kürt Siyasi Hareketi'nin belinin kırılması, ve
gerekirse HDP kapatılarak işinin bitirilmesi' başlıklı devlet stratejisine
nasıl yaklaşacağı konusunda herkese net bir mesaj zaten verecektir.
'Herşey çok güzel
olacak'ın alevi sönmeye yüz tutarken, Gül-Babacan cephesiyle ilgili işaretler
de alarm vermekte. Kamuya yansımayan bir araştırma, Gül - Babacan hareketinin
ilk haberlerinin yayıldığı gündeki heyecanın AKP tabanında sönmeye yüz
tuttuğunu gösteriyor. Bir kaynağın aktardığına göre destek yarı yarıya azalmış
durumda. Buna sebep olarak, bu iki önemli figürün utangaç ve çekingen
davranması, acele etmemesi, parti ilanını zamana yayması gösteriliyor. Bu
durumdan Gül ve Babacan'ın farkında olduğunu da duydum. Yani buna göre ülke
adına çok hayati bir momentum kaçıyor. Belki de bu nedenle Erdoğan'da
alışılmamış bir rahatlık gözlemlemekteyiz.
Haberler iyi değil.
Sonuç olarak şunu söylemek gerekir:
İyi Parti, iktidara
ortak olarak devam etmeye, CHP ise standart bir 'erken seçime meydan vermeden
ve HDP'den uzak durarak bekleyelim görelim 2023'e kadar' siyasetine yatırım
yapıyor. Gül ve Babacan ise kıymetli bir zamanı heba etmekle meşgul.
Elbette ki İyi
Parti güvenilir bir oyuncu değil. Ama temel soru hep şu: Acaba Gül ve Babacan
hareketi ile CHP ve HDP, Türkiye'nin düze çıkması için bir stratejide aynı
parantezde şu veya bu şekilde yer alır mı?
Bilmiyoruz.
Ama bu sorunun
cevabı biraz da bu üç akımın seçmenlerinin yukarı doğru nasıl bir tavır
takınacağına bağlı.
Eğer ses çıkmazsa,
iyimserlerin heyecanla dile getirdiği o 'dip dalga' gelir geçer bir 'dip
akıntısı' olarak kalacak ve eriyecek.
O nedenle acaba
seçmen 'Herşey çok güzel olacak' sloganına bugün ve bugğnden sonra ne kadar
sahip çıkacak, onu merak ediyorum.
CHP Suriye
Toplantısı Sonuç Bildirisi, Ümit kırıcı bir belgedir.
Bağımsız ve sorunlu
iki devletin topraklarıyla ilgili niyet belirtmeye TC hükümetinin ve CHP’nin
Hakkı var Mıdır? CHP’nin, AKP görüşlerini tartışabilmesine esef ediyorum.
TC’nin maceraya sürüklenmesine yardımcı olmaktır bu bildiri!
CHP içinde “Hey ne
yapıyorsun?” Diyecek bir kişi yok mudur?
Öncelikle Suriye’de
tüm taraflar olmadan yapılan bir toplantı zaten eksiktir.
İkinci olarak orada
Ünal çeviköz dururken Veli Ağbaba’nın açılış konuşması yapması gayri
ciddiliktir.
Ama en önemlisi,
CHP’nin ucu açık, iç siyasete dönük, çıkış planı dahi olmayan, altına imza
koyduğu anlaşmayı yok sayan bir politikayı “ “terörle mücadeleye destek” diye
desteklemeleridir. Dahası Esad’ın Kürtlerle ilgili çıkışını tıpkı geçmişte
Saddam’la denedikleri “bir olalım Kürtleri vuralım, terörü ancak böyle önleriz”
diye okumalarıdır.
Bu toplantı sonrası, moralim çok bozuldu. CHP’nin AKP’nin kendini sıkıştırdığı yerden çıkabileceğine dair hiç umudum kalmadı.
Bu toplantı sonrası, moralim çok bozuldu. CHP’nin AKP’nin kendini sıkıştırdığı yerden çıkabileceğine dair hiç umudum kalmadı.
Yorumlar
Yorum Gönder