Babacan’ın hedefi: Fakirin ekmeği! Yani, ÜMİT SİYASETİ...
Kurucuları arasında yer aldığı
AKP'den geçtiğimiz günlerde istifa eden eski Ekonomiden Sorumlu Başbakan
Yardımcısı Ali Babacan, resmen kurulacağını duyurduğu yeni parti için
tarih verdi. Babacan, 2020'den önce kurulacağını açıkladığı yeni partide 11.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün konumunun ne olacağına ilişkin soruya
"Abdullah Bey Cumhurbaşkanlığı'ndan ayrıldıktan sonra aktif siyasette yer
almayacağını kamuoyuna açıklamıştı. Tarafsız Cumhurbaşkanlığı konumundan sonra
da bir siyasi parti çatısı altında olmayı doğru bulmuyor" yanıtını verdi.
AKP'den aklen ve kalben bir kopuş yaşadığını ifade eden Babacan, yeni parti
kararının kişisel kırgınlıklar nedeniyle alınmadığını vurgulayarak "Şahsi
kırgınlıklar söz konusu olsaydı partiyi 2003'te bırakırdım" şeklinde
konuştu. Babacan, açıklamalarında milyonlarca kişi tarafından izlenen 'Susamam'
şarkısına atıfta bulunarak "Biz de susamadık, karar verdik,
çalışıyoruz" sözlerini kaydetti.
Karar gazetesinden Ahmet
Taşgetiren ve Yıldıray Oğur'a konuşan Ali Babacan,
gündeme ve kuracakları yeni partiye ilişkin soruları yanıtladı. Babacan,
kurucusu olduğu ve 14 yıl MKYK üyeliği yaptığı AKP'den istifası sonrası ilk
defa açıklamalarda bulunurken, "Adaleti tesis etmek, işi ehline vermek,
kararları istişareyle almak, kurumların itibarını korumak, şeffaf olmak ve en
önemlisi önce insan diyebilmek. Bunlar çok önemli ilkelerdi. Türkiye niye bu
durumda diye baktığımızda da bu ilkelerden ve değerlerden uygulamada
uzaklaşılmış olması bu sorunların ana kaynağı maalesef" dedi.
Babacan, AKP'den ihracı istenen
eski Başbakan Ahmet Davutoğlu’yla birlikte hareket edip etmeyeceklerine
ilişkin soruya, "Siyasetteki önceliklerimiz, izlediğimiz yöntem ve üslup
oldukça farklı" yanıtını verirken, Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemiyle
ilişkili düşüncelerini ise, "Referandum kampanyasında aktif görev almam
istendi. Ben reddettim. Artısıyla eksisiyle değerlendirildiğinde, Türkiye için
faydasından çok zararı olacağına inandım" şeklinde açıkladı.
Türkiye'nin içinde bulunduğu
ekonomik duruma da değinen Babacan, "Türkiye'nin aşamayacağı hiçbir sorun
yok. Hele ekonomi en kolay kısmı. İki kere iki dörttür diyebildikten sonra,
rasyonalite olduktan sonra çok kolay toparlanır. Ama diğer alanların üzerine
çok yoğunlaşmamız gerekiyor. Toplumsal hasarı tamir etmemiz gerekiyor"
ifadelerini kullandı.
Mardin, Van ve Diyarbakır
büyükşehir belediyelerine kayyım atanmasını "Seçilmişleri sadece bağımsız
yargı görevden alabilir" sözleriyle eleştirirken Kürt meselesinin çözümünü
için "yeniden üretilmiş bir stratejiye ihtiyaç olduğu" yorumunda
bulundu.
Ali Babacan'ın Yıldıray Oğur ve
Ahmet Taşgetiren'in sorularına verdiği yanıtlardan öne çıkanlar şöyle:
- Ahmet Taşgetiren: Bir yola çıkıyorsunuz. Onun bir
öncesi var. AK Parti bünyesinde uzun bir yürüyüşünüz oldu. 13 yıl
bakanlık, 14 yıl MKYK üyeliği yapmıştınız. En uzun bakanlık yapmış kişi
olarak görünüyorsunuz. Ama şimdi oradan ayrılıp farklı bir yola çıktınız.
AK Parti'de ne oldu da bu uzun beraberliğe son verme gereği ortaya çıktı?
Biliyorsunuz, 2001 yılında siyasete
AK Parti'nin kurucu üyesi olarak girdim, partiyi kuranlardan birisi oldum. Uzun
yıllar MKYK ve Bakanlar Kurulu üyeliği yaptım. O döneme şöyle bakacak olursak
2001 ekonomik krizi vardı. 28 Şubat'ın atmosferi hâlâ yoğun bir şekilde
hissediliyordu. Türkiye 1990'lı yılların siyasi çalkantılarından çıkmaya
çalışıyordu. AK Parti bir bakıma bütün bu sorunları aşmak için, Türkiye'nin
karşı karşıya kaldığı bu derin sorunları aşmak için, önemli bir çıkış
imkânıydı.
Ülkemize hizmet etmenin pek çok
farklı yolu var ama içinde bulunulan şartlar kısa zamanda büyük değişiklikleri
gerektiriyorsa, bunu yapmak ancak siyasetle mümkün. Üç nesil ticaretle uğraşan
bir ailenin ferdi olarak siyasete girmemin en önemli sebeplerinden biri buydu.
Uzun yıllar güzel sonuçlar elde
ettik. Önemli ilkeler ortaya koyduk. Adaleti tesis etmek, işi ehline vermek,
kararları istişareyle almak, kurumların itibarını korumak, şeffaf olmak ve en
önemlisi önce insan diyebilmek. Bunlar çok önemli ilkelerdi.
- Taşgetiren: AK Parti'nin o dönemdeki ana
perspektifiydi.
Evet. Kesinlikle. Aynı zamanda
insan hakları, özgürlükler, çoğulcu demokrasi ve hukukun üstünlüğü gibi
değerler de bizim hep savunduğumuz, inandığımız değerler. Bu ilke ve değerler
bizim için dönemsel bir siyasi tercih değil. Ahlaki ve toplumsal hayat ideallerimiz
bunlar. Bunların uygulandığı süre içerisinde Türkiye dünyada çok itibarlı bir
ülke oldu. Ve halkımızın refah seviyesi de ciddi şekilde yükseldi. Bütün bu
başarılardan sonra, Türkiye'nin şu anda içinde olduğu durum gerçekten bizi
üzüyor. Niye bu durumda diye baktığımızda da bu ilkelerden ve değerlerden
uygulamada uzaklaşılmış olması bu sorunların ana kaynağı maalesef.
- Taşgetiren: Sizin için kırılma nerede başladı?
Oğur: Aynı soruya ek olarak istifa mektubunuzda "aklen ve kalben bir ayrışma yaşadım" dediniz. Aklen derken kastınız neydi, kalben derken neydi?
Taşgetiren: Aslında o iki kelime özel seçilmiş kelimeler.
Evet, evet, öyle. Belki aklen kısmı
daha çok ilkelerle ilgili. Bu ilkelere uyulmadığı zaman hatalar, yanlışlar
kaçınılmaz. Dolayısıyla burada ciddi bir sebep sonuç ilişkisi var. Kalben diye
baktığımızda da aslında burada daha çok değerlerden bahsediyoruz. Bunlar bir
ülkeyi yücelten, aynı zamanda o ülkenin insanlarını da daha onurlu kılan, daha
başarılı kılan değerler.
Burada hiçbir şahsi mesele yok.
Eğer şahsi kırgınlıklar söz konusu olsaydı benim 2003'te bırakmış olmam
gerekiyordu, bırakın böyle 13 yıllık bakanlık dönemini. Hemen ilk birkaç olayda
bırakmam gerekiyordu. Ülke meselelerinde kırılmak olmaz, gücenmek olmaz, küsmek
olmaz. 82 milyondan bahsediyoruz. Şahsi duygularla hareket etmek mümkün değil.
Ama insanın önemsediği değerler olur, o değerlerin örselenmesinden de rahatsız
olur. Şeffaflığı çok önemsedik mesela. Kamuoyu yönetiminde ve siyasette etiği
çok önemsedik. Bu konularda problemleri gördüğümüzde de çok geniş çalışmalar
yaptık. Kanun tasarıları hazırladık, sunuşlar yaptık. Dünyadaki örnekleri
inceledik. Ama bu çabamızda başarılı olamadığımızda da kalbimizde bir kırıklık
oluştu doğrusu. Çünkü hayalimiz bu değildi. Çok daha farklı bir Türkiye
istiyorduk. Çok daha farklı bir tutum, duruş hayal ettik doğrusu. Bu şahsi
değil memleket adına bir hayal kırıklığı oldu.
Yani böyle tek bir kırılma noktası
yok. Aslında bir süreç bu.
- Taşgetiren: Son istifa sürecinizde sanıyorum Sayın
Cumhurbaşkanı'nın "beraber çalışalım, düzeltelim" gibi bir şey
söylediği yansıdı kamuoyuna.
Ben Sayın Cumhurbaşkanımıza
gelecekle ilgili yeni çalışmaların yapılması gerektiğini ifade ettim. Her
alanda yeni stratejiler, yeni programlar, yeni planlar yapılması gerekiyor.
Yeni bir gelecek vizyonu gerekiyor Türkiye için. Ama bu çalışmaları mevcut bir
siyasi partinin içinde yapmak çok zor. Çünkü parti disiplini diye bir gerçek
var. Söylenmiş pek çok söz var. Takınılmış tutumlar var. Pek çok konuda görüş
ayrılıkları da var. Bunlar çalışma alanını çok çok daraltıyor. Bu çalışmaların
gerçekten tüm Türkiye'ye hitap edebilmesi için, bu çalışmaların gerçekten
bugünün Türkiye'sinin sorunlarına cevap olabilmesi için bağımsız, özgür bir
çalışma olması gerekiyor ve sıfırdan başlamak gerekiyor. Beyaz sayfalarla
çalışmaya başlamak gerekiyor.
- Yıldıray Oğur: İstifa mektubunuzda da vardı
"beyaz sayfa" sözü. Yeni hareket acaba 2002 AK Parti ilkelerine,
değerlerine dönüş, eskiye dönüş, bir revizyon hareketi mi olacak gibi
kafalarda soru işaretleri var. Sizce 2002'deki AK Parti vizyonu şu an
Türkiye'ye bir şey söylüyor mu?
AK Parti'nin kuruluş döneminin
şartları ile bugünün şartları çok farklı. O dönem toplumun bazı kesimlerinin
özgürlük alanının oldukça daraldığı, temel haklar konusunda ciddi sıkıntılar
yaşadığı bir dönemdi. Toplumun bazı kesimlerinin baskı altında olduğu,
ötelendiği bir ortamda AK Parti ortaya çıktı. Şimdi durum çok farklı. Yine
belki bir özgürlük sorunu var Türkiye'nin. Yine bir temel haklar sorunu var.
Daha farklı kesimleri de ilgilendiren sorunlar haline geldi bunlar. Ayrıca,
Türkiye'nin bir adalet sorunu var. Bir ekonomi sorunu var. Şu anda toplumun
tümünün ortak dertleri var. Başlattığımız çalışma bütün toplum kesimlerini
dikkate alan ve ortak sorunlara çözüm üretmek içindir.
- Oğur: Toplum çok kutuplaştı. Güçlü, uzun süreli bir
iktidar var. Siz de o iktidarın bir parçasıydınız. Yeni, farklı toplumsal
kesimleri sizinle beraber siyaset yapmaya nasıl ikna edeceksiniz, zor
olmayacak mı?
Bizimle çalışmak isteyen insanlara
bakınca şu çok güzel. Kendiliğinden bize gelen insanlar toplumun her
kesiminden. Bu doğal bir şekilde böyle gelişiyor. Adalet ve ekonomide bizim
samimi bir şekilde çalışacağımıza insanlar inanıyor. Toplumsal araştırmalarda
ekonomi daha ön planda bir sorun. Ekonomi iner çıkar ama, özgürlük ve adalet
çok yakıcı sorunlar.
Ekonomide biz defalarca kriz yönettik.
Türkiye'yi çok zor bir dönemde devraldık. Düşünün, 34 yıl çift haneli, üç
haneli enflasyon olmuş bu ülkede. 2 yılda tek haneye indirdik, paradan 6 sıfırı
attık. İki yılda yaptık bunları. Ekonomide rasyonalite olunca çabuk
toparlanıyor işler.
Niyet ve kapasite. Önce niyetiniz
var mı, sonra kapasiteniz var mı? Geçmişe doğru bakın, Türkiye'nin başarılı
olduğu dönemleri düşünün. Ekonomide, dış politikada, Avrupa Birliği
reformlarında başarılı olduğu dönemleri. O dönemlerin arkasındaki, mutfağındaki
ekibin tamamı bizim arkadaşımız şu anda. Bu çok büyük bir avantaj. Uygulama
tecrübesi olan isimler bunlar.
- Oğur: O zaman biraz isim verin, hatırlayalım biz de
o isimleri...
Yok, bu aşamada isim telaffuz
etmeyeceğim. İnşallah kadromuzu topluca, hep beraber günü geldiğinde
açıklayacağız. Bu konuda benden duymadıkça, hiçbir söylentiye
inanmayın.
- Oğur: Peki ne zaman gelecek günü? Cevabı en merak
edilen soru bu.
Müsaade ederseniz şunu
tamamlayayım... Arkadaşlarımızın kimisi dışarıdan bize destek veriyor, verecek.
Kimisi zaten çalışma ekibimize girmiş durumda. Bu çalışma ekibinin kapasitesi
konusunda iddialı konuşmaktan çekinmiyorum.
Bir de şu var, içi yanan çok insan
var, çok dertli ve birikimli insan var. Durum bu kadar kötüyken, Türkiye'nin
geleceğiyle alakalı böyle iyi niyetli bir çalışma başlamışken, ben bu çalışmaya
katkı vermeliyim diye ahlaki sorumluluk hissedip gelen çok sayıda insan var.
Samimiyetle söyleyeyim, bu kadar beklemiyordum.
- Oğur: O zaman şunu netleştirelim. Çalışmalardan,
toplantılardan bahsettiniz, son olarak da "siyasi yapı
kurulurken" dediniz. Bir parti kuruluyor değil mi?
Onu yeterince ilan ettiğimizi
zannediyorum.
- Oğur: Ama bunu sizin ağzınızdan duymak önemli.
Bu bir düşünce kuruluşu, düşünce
kulübü değil. Uygulanacak, uygulamaya dönük politikalar üzerinde çalışıyoruz ve
bunu uygulayacak ekipleri oluşturuyoruz şu anda.
- Oğur: Peki takvim?
Çok sayıda insanla görüşüyoruz,
değerlendiriyoruz. Bu biraz vakit alacak. Ama çok ucu açık bir süreçten
bahsetmiyoruz. Bu geniş ekiple politika çerçevelerini çalışacağız. Bu ekibin
ortak vizyonunu kurgulayacağız. Bunları dikkate aldığımızda gönlümüzden geçen
takvimler 2020'yi göstermeden tüzel kişiliği kurmak.
- Taşgetiren: Türkiye'de böyle bir siyasi yapıyı
kurmak bugünkü ortamda çetin bir işi göze almak anlamına da geliyor.
Nitekim suçlamalar oluyor. Ümmeti bölmek gibi, ihanet gibi, arkadan
hançerlemek gibi, trenden inmek gibi, bunlar endişeye sevk etmiyor mu
sizi?
İlginçtir, bu ifadeler aslında AK
Parti kurulurken de çok sarf edildi. AK Parti kurulurken önde gelen isimlerle
ilgili bu ifadeler çok kullanıldı. Hatta bugünkü ifadelerden daha ağır ifadeler
kullanıldı. O dönemi bir hatırlamak lazım.
- Taşgetiren: 'Bizans'ın çocukları' denmişti.
Evet. Bu işin tabiatında var demek
ki biraz. Böyle bir şey olduğunda rutinleşmiş bazı ifadeler var demek ki. Biz
ilkelere ve değerlere sonuna kadar sadığız. Baştan da söyledim bu bir siyasi
tercih değil. Bu bizim hayat idealimiz. 20 sene önce böyleydi, 20 sene sonra
farklı olacak değil. Bölme ifadesi kullanıldığı için bunu özellikle ifade
ediyorum. Devlet öncelikle her bir vatandaşına aynı yakınlıkta olacak. Devletin
varoluş sebebi adalettir. Tek bir varoluş sebebi varsa adalettir o.
Herkesi olduğu gibi kabul etmek
lazım. Farklı kimliklere saygı göstermek lazım. Türkiye'nin gerçek gücü böyle
ortaya çıkacak. Büyük sorunlarla karşı karşıyayız. Halkın omuz omuza vermesiyle
aşılacak bu sorunlar. Buradan baktığımızda biz bölen olmayacağız asla. Tam
tersine birleştiren ve buluşturan olmak için yola çıkmış durumdayız. Dürüst,
akılcı, serinkanlı, sakin ve incelikli bir dil kullanacağız. Türkiye gerginlik
politikalarından yorgun düştü artık.
- Oğur: Muhafazakar seçmen açısından bir parçayı koparan
bir siyasi hareket gibi görüleceksiniz.
Ama biz şu anda ekibimizi açıklamış
durumda değiliz ki. Şu anda biz kimlerle çalışacağız, ekibimiz kim,
kompozisyonu belli değil. Tamam istifa ettik, ekip oluşturmak için yola çıktık.
Ama nihai ekibin nasıl olacağını henüz kimse görmedi. Tabii ki toplumun
muhafazakar kesimi çok çok önemli ama şu anda Türkiye'nin ihtiyacı olan siyasi
hareket toplumun tek bir kesimini hedefleyen bir siyasi hareket değil. Onu
yapan çok. Herkesin kendi nişi var, hitap ettiği kitle var. Biz böyle olmak
istemiyoruz. Biz toplumun bütün kesimlerini ilgilendiren, toplumun bütün
kesimlerini yatay kesen sorunlardan ve o sorunlar için üreteceğimiz çözümlerden
bahsedeceğiz.
- Oğur: Mülakatı okuyacak insanların bir kısmı AK Parti de
bir zamanlar bunları söylüyordu, bir kere daha niye güvenelim ki
diyebilir.
Bunun en önemli güvencesi bizim
oluşturacağımız çok sesli ve farklı kesimlerden gelen insanlardan oluşan ekibimiz
olacak. Dolayısıyla bu dar bir kesimin içinden çıkan bir hareket değil.
Türkiye'nin geniş kesimlerini temsil eden bir çalışma. Biz insan kaynağı ile
ilgili iki kriter koyduk. Bir; iyi insan olsun istiyoruz, iki; işinde iyi olsun
istiyoruz. Başka da hiçbir kriterimiz yok. İyi insan derken sözünde duran,
konuşunca doğruyu söyleyen, bir şeyi rahatça emanet edebileceğiniz, evrensel ve
ahlaki normlar içerisinde iyi insanlardan bahsediyoruz. İşinde iyi derken de
yani hangi işi yapıyorsa o işte başarılı olsun iyi yapsın. Onun haricinde de
başka hiçbir kriterimiz yok. Ülkenin hangi coğrafyasında geldiğine bakmıyoruz
insanların. İnsanların kendi yaşam tarzları, kendi seçenekleri farklı olabilir.
Etnik, mezhepsel farklılıklar olabilir. Ama eğer Türkiye toplumu bütün bu
farklı kesimlerden oluşan bir toplumsa ve şu andaki ihtiyaç bütün kesimlerin
sorunlarını çözmek için başlatılması gereken bir çalışmaysa, o zaman biz bu
çalışma ekibinde adeta Türkiye nüfusunun özeti diyebileceğimiz bir kompozisyon
istiyoruz.
İstiyoruz ki ekibimizdeki her bir
arkadaşımız oluşturacağımız politikaların sahibi olsun. Herkes desin ki,
"İlk tuğlaları koyanlardan birisi de benim. Kuruluştaki temel harcında
benim de emeğim var".
AK Parti'nin en önemli ilkelerinden
biri de 3 dönem kuralıydı. Bu basit bir kural değil. Günlerce haftalarca
tartışmalardan sonra o kural yazıldı. Ve ilk kuruluşta üç dönem kuralı "üç
dönem nokta" şeklindeydi. Üç dönemden sonra ciddi bir insan kaynağı
değişikliğini öngören bir kuraldı o. Sonra o kural kademe kademe gevşetildi. En
sonunda da MKYK'nın inisiyatifine bırakılan ve istisnalar uygulanabilen bir
hale geldi. Ömrü uzun olan kurumlarda ilkeler ve kurallar baki, ama insanlar
fani. Dolayısıyla insan kaynağı yapısının belli bir zaman içerisinde yavaş
yavaş tazelenmesi gerekiyor ki kurallar kalıcı olsun. Aksi halde kişisel
inisiyatifler, görüşler, dürtüler ağır basmaya başlayabiliyor. O zaman
kurallara kimse bakmamaya başlıyor. Bu bir tuzak ve tehlike. Bu yüzden bu
ilkelerin sadece lafta kalmaması lazım.
- Taşgetiren: Rahmetli Özal'daki dört eğilime, sizin
hareketinizden bahsedilirken benzetme yapılıyor. Reel olmayabilir gibi bir
eleştiriyi dikkate alıyor musunuz?
Şu açıdan doğru. Rahmetli Özal o
günün şartlarında gerçekten güzel bir perspektif ortaya koymuş 1980
ihtilalinden sonra. O zaman anarşi diye bir gerçek vardı, sağ sol bölünmesi
vardı. Farklı eğilimler vardı toplumda, dört eğilim o. Ama bugünkü duruma baktığınızda
çok daha farklı bir toplumsal yapıyla karşı karşıyayız. Eski klasik
terminoloji, sağ, sol, muhafazakâr, liberal terminolojisi bile özellikle
gençler için önemli ölçüde anlamını kaybetti. Bu terminoloji gençlerde bir
karşılık bulmuyor artık. Biz gelecekten bahsedeceğiz, çözümlerden bahsedeceğiz.
Geçmişin klasik terminolojiyle, geçmişin parametreleriyle hareket etmeyeceğiz.
Geleceğin bakış açısını yakalamaya çalışacağız.
- Taşgetiren: Gençlikte eğitim seviyesi yükseldikçe AK
Parti'ye verilen oyların düştüğü şeklinde bazı tespitler vardı. Yani
gençlikle nasıl bir iletişim hedefleniyor?
Bugün gençlerimizin haklı kaygıları
var. Aynı zamanda bambaşka hayalleri var. Dünyayı biliyorlar, tanıyorlar.
Söyleyecek çok sözleri var. Sorunların çözümü ve geleceğin tasarlanmasında
sorumluluk üstlenmeye hazırlar. Müthiş bir potansiyel var. Türkiye'nin gerçek
gücü de burada aslında.
Kuşkusuz gençlerle grup grup
oturuyoruz ve onların görüşlerini dinliyoruz. Gençler Türkiye'nin en iyi
dönemlerini yaşadılar. 2001 öncesini bilmiyorlar. Bir de ülkenin bugün içinde
bulunduğu durumu idrak ediyorlar. Dolayısıyla daha iyisini gördükleri için şu
andaki durumdan çok şikayetçiler.
Geçenlerde üniversite sınavlarında
yüksek başarı elde etmiş bir grup gençle uzun bir sohbet yaptık. En büyük
şikayetleri de kendilerini ifade edememeleri. Özgür bir tartışma ortamı
olmaması Türkiye'de. Tweet atmaktan korkar hale gelmişler. Fırsat eşitliğinin
olmamasından da şikayet ediyorlar. Gençlerde adalet hissi çok yüksek.
Bilgiye artık çabuk ulaşıyorlar.
Matbaanın icadı tarihte nasıl bir dönüm noktasıysa, bu akıllı telefonlar da bir
o kadar bir dönüm noktası tarihte. Herkesin cebinde dünyaya açılan bir pencere
var. Artık çocuklar anne babalarını her şeyi bilen olarak görmüyorlar,
ellerinin altında telefonlardan açıp bakıyorlar, bak böyleymiş diyorlar.
Dünyayla daha entegreler. İyiyi görüyorlar. İyiyi gördükleri zaman daha azıyla
tatmin olmuyorlar. Çok doğal. Bir ülkeyi kapattığınızda, kapalı bir ülkede eğer
o ortamdan başkasını insanlar görmüyorsa, o hayat onlara doğal gelebilir.
Bütün dünyayı öyle zannedebilirler. Dolayısıyla daha iyiyi gören daha iyiyi
idrak eden insanların daha azıyla yetinmesi mümkün değil. O yüzden onların
beklentilerine, hayallerine cevap verecek, bunun için de samimi bir şekilde
çalışacak siyasi bir yapıya ihtiyaç var.
- Oğur: En son bir rap klibi çıktı. "Susamam" adlı.
İzleyebildiniz mi?
Evet izledim. Çok güzel
hazırlanmış. Sorunlar ve kaygılar gayet güzel işleniyor. Harekete geçilmezse,
bir şey yapılmazsa, susulursa olacaklardan herkesin sorumlu olduğu
vurgulanıyor. Etkilendim doğrusu. Biz de susmadık. Susamadık. Karar verdik ve
çalışıyoruz.
- Oğur: Sizin hareketinizle ilgili konuşulurken,
Abdullah Gül'ün desteklediği Ali Babacan deniliyor. Sizin daha
tecrübeli siyasetçiler içerisinde onları temsil eden bir yüz olarak
bulunduğunuz gibi bir eleştiri alıyorsunuz. Tam olarak liderlik
inisiyatifi acaba Ali Babacan'da mı?
1990'lı yıllarda tanıştık Abdullah
Bey'le. Kendisini biz ailece severiz, takdir ederiz, saygı duyarız. 2001
yılında beni siyasete davet eden kendisi oldu. Dürüst bir siyasetçi ve değerli
bir devlet adamı. Abdullah Bey bizim çalışma şeklimizin ve ilişkimizin yanlış
anlaşılmasını istemiyor. Kaygılarımız aynı. Bizim çalışmalarımıza tam destek
veriyor. Ayda bir veya iki defa görüşüyoruz. Bilgi ve tecrübelerinden istifade
ediyoruz. Öte yandan Abdullah Bey Cumhurbaşkanlığı'ndan ayrıldıktan sonra aktif
siyasette yer almayacağını kamuoyuna açıklamıştı. Tarafsız Cumhurbaşkanlığı
konumundan sonra da bir siyasi parti çatısı altında olmayı doğru bulmuyor.
Bizim çalışmalarımızla önemli bir
ilkemiz var. Hukuki ve siyasi sorumluluk kimin üzerindeyse ya da kimlerin
üzerindeyse, nihai yetkinin de o insanların üzerinde olması gerekiyor. Yani
milletimize karşı bizim net, açık ve şeffaf bir yapı kurmamız lazım. Başkası
beklenemez.
- Taşgetiren: İsimlerden bahsetmişken, Davutoğlu ile
ilişkinize girmemek olmaz. Bir kesim birlikte hareket etseler gibi bir
beklentiyi de seslendiriyor. Sizin cenahınızdan birtakım rezervler olduğu
şeklinde bilgiler geliyor. Tamamen başka yapılar mı ortaya çıkacak? Uzun
vadede bir birliktelik olabilir mi?
Biz Ahmet Bey'le 2003 yılında
tanıştık. AK Parti kuruldu, daha sonra hükümet kuruldu, daha sonra tanıştık.
Yakın dost olduk. İlmine saygı duyduğumuz bir insan. Ailecek yakın olduğumuz ve
sevdiğimiz biri kendisi. Ancak siyasetteki önceliklerimiz, izlediğimiz yöntem
ve üslup oldukça farklı. Şu anda bizim geleceğe bakmamız gerekiyor ve tam
anlamıyla bir ekip çalışması yapmamız gerekiyor.
- Taşgetiren: Sayın Davutoğlu ile Dışişleri Bakanlığınız
sırasında birlikte çalışmaya başlamıştınız. Uluslararası ilişkilerde
nerede nasıl problemler görüyorsunuz?
Uluslararası ilişkilerde ve dış
politikada bir ülkenin itibarı ve güvenilirliği en önemli gücü. Buna bir bakıma
sözün gücü de diyebiliriz. Eğer itibarlıysanız ve güvenilir bir ülkeyseniz
sözünüz çok güçlü oluyor. Bu sözün gücü askeri güçten veya ekonomik güçten çok
daha yüksek olabiliyor. Biz bunu yıllarca yaşadık. İtibarlı ve güvenilir bir
ülke olarak uluslararası çıkarlarımızı nasıl koruyabildiğimizi gördük. Dünya
barışına ve insanlığa büyük katkılar verdik o dönemde. BM Güvenlik Konseyi'ne
seçildiğimiz 2008 yılında 192 ülkeden 151'i Türkiye için oy kullandı. Bu bir
rekordu. Pek çok ülke için ilham kaynağı olduk. Son yıllarda durum değişti. En
haklı olduğumuz konularda yalnız kalıyoruz. En yakın coğrafyamızda söz
tükeniyor. Artık askeri güç kullanma mecburiyeti oluşuyor. Türkiye'nin
uluslararası çıkarlarını korumak, kendi iç demokrasimizle de çok alakalı. Eğer
içerde demokrasi iyi işliyorsa o zaman dış tehditlere ve şantajlara karşı daha
korunaklı bir yapınız oluyor.
Bir başka önemli konu da şu:
Türkiye'nin halihazırda kurucusu ve üyesi olduğu uluslararası kurumlar var,
parçası olduğu ittifak sistemleri var, tarafı olduğu anlaşmalar var. Bunlar
birçok acı tecrübeden sonra devlet politikası olarak benimsenmiş, yıllarca
süren müzakereler sonucunda elde edilmiş kazanımlar. Üstelik bunlar Türkiye'yi
daha öngörülebilir bir ülke haline getiren unsurlar. Son dönemde ülkemizin bu
kazanımlarının da risk altına girdiğini görüyoruz ve bu bizi tedirgin ediyor.
- Taşgetiren: Türkiye'nin bir Suriyeli göçmen meselesi var
artık. Bu meseleye nasıl bakıyorsunuz?
Suriyeli göçmenler öncelikle bir
insanlık sorunu. Bizim açımızdan ayrıca bir sosyal sorun, bir ekonomik sorun.
İlk yıllarda Suriye'deki tablo geçici bir durum olarak değerlendirildi.
Savaştan ve ölümden kaçıp Türkiye'ye sığınan Suriyelilere göçmen denilmedi,
misafir denildi. Onların Türkiye'deki varlığı da geçici bir durum olarak
değerlendirildi. Bugün geldiğimiz noktada ise hem Suriye'deki durumun hem de
Türkiye'deki Suriyelilerin durumunun kapsamlı ve gerçekçi bir şekilde
değerlendirilmesi gerekiyor. Konunun siyasi, ekonomik ve toplumsal boyutlarının
tüm yönleriyle analiz edilmesi ve yeni bir strateji geliştirilmesi gerekiyor.
Bunu yaparken ilgili tüm ülkelerle de istişare içinde olunması gerekiyor.
- Oğur: Tabii şu ana kadar hep siyaset konuştuk. Halbuki
bugüne kadar biz sizi hep ekonomi konuşurken hatırlıyoruz. Biraz da
ekonomi konuşalım. Siz AK Parti'de uzun süre boyunca ekonominin
başındaydınız. O dönem AK Parti'nin ekonomi performansı da iyi bir
performanstı. Sonra bir anda bakanlıktan ayrıldınız. Orada tam olarak ne
oldu, yolların ayrılmasının sebebi neydi?
İlke ve değerlerden uzaklaşılması
temel bir sorun. Ekonomide yaşanan sıkıntıların arkasında da aynı sorun var.
2011 seçimlerinden sonra başlayan, özellikle de 2013 sonrasında hızlanan bir
sapmadan bahsediyorum. Ekonomide "güven" kavramı başarının en önemli
faktörü. Devletin ekonomik aktörlere sürekli olarak güvenilir bir gelecek
perspektifi vermesi gerekir. İtibar gören planlar, programlar, yol haritaları
hazırlayacaksınız. Söz verince yerine getireceksiniz. Program açıkladığınızda,
tavizsiz bir şekilde hayata geçireceksiniz. Politika belgelerinde ilan
ettiğiniz tüm ilkeleri sonuna kadar savunacaksınız, uygulayacaksınız. Şeffaf
olacaksınız. Tutarlı olacaksınız. Öngörülebilir olacaksınız. Kurumların
itibarını koruyacaksınız. Kurallara uyacaksınız. Piyasa ekonomisinin ruhu ile
ters düşen müdahale ve uygulamalardan uzak duracaksınız. Bunlara dikkat
etmediğinizde güven oluşturmak mümkün değil. Politika uygulamalarında
tutarlılık, öngörülebilirlik, kök nedenlere odaklanmak ve bütüncül bir yaklaşım
ortaya koymak, ekonomik sorunlarla etkili mücadele etmenin olmazsa olmaz
koşulları.
2002 yılında ilk hükümet
kurulduğunda yukarıda saydıklarımın hepsini tek tek gerçekleştirmeye başladık.
Olağanüstü başarılara imza attık. Bunlardan sapmalar meydana geldiğinde de
sıkıntılarla karşı karşıya kaldık. Doğrular için içeride büyük bir mücadele
verdim. Bakanlık dönemimin son yıllarında bu konulardaki görüş farklılıklarının
bir kısmı kamuoyuna da yansıdı. Bir süre sonra da durum sürdürülemez bir hal
aldı.
- Oğur: O zamanlar bizim hatırladığımız bir faiz
tartışması vardı. Hatta Merkez Bankası Başkanı da o yüzden görevden
alındı. 'Faiz lobisinin adamı' gibi sözler de söyleniyordu.
Şimdi sonuçlara bakalım. Bizim
görevde olduğumuz dönemde, benim bakanlıktan ayrıldığım dönemde Hazine yaklaşık
yüzde 10 faizle borçlanıyordu. Enflasyon yüzde 7 idi. Bugünkü rakamları takip
ediyorsunuz. Artık biz yokuz, bambaşka bir ekip görevli. Şu anda iktidarın
yapmak isteyip de yapamayacağı hiçbir şey yok.
- Taşgetiren: İndirebilirsiniz diyorsunuz yani.
Merkez Bankası politika faizinin ne
olacağı tamamen otoritelerin elinde. Ben görevden ayrılalı 4 yıldan fazla oldu.
Bu süre içerisinde her türlü politika revizyonu olabilirdi. Bugün hâlâ
yapılabilir. Ama işin bir de gerçeği var. Ekonominin kendine has kuralları var.
Biz iki yıldır üzerinde
çalıştığımız raporla bütün dünya genelinde borçluluğun bir sorun olduğunu,
özellikle faizli muamelelerin rakam olarak hane halkı için de şirketler için de
bankalar, devletler için de çok büyüdüğünü, bunun da dünya finansal riskleri
açısından zarar vereceğini açıkladık. 100 sayfalık raporla pek çok öneri de
sunduk. 16 kişilik uluslararası bir heyet olarak sunduk bu önerileri. Ve o
önerilerimizin içinde özellikle borç-alacak ilişkisine dayanmayan, yani faize
dayanmayan finansal metotların tüm dünyada daha çok uygulanmasının gerektiğini
de bir tespit olarak ortaya koyduk. Bunu G20'ye önerdik. Ki onlar istemişti
bizden bu çalışmayı. 16 kişilik uluslararası heyetin ortak kanaati olarak
koyduk. Alternatif metotlar tabi ki var ve daha da yaygınlaştırılmalı.
Dışa açık bir ekonomi olarak ve
dışarıdan finansman ihtiyacı olan bir ekonomi olarak devletin farklı
alternatifteki finansman imkanlarına da açık olması gerekiyor. Farklı metotları
da ön plana çıkarabilirsiniz. Ama bu geçiş esnasında uluslararası kabul edilmiş
temel iktisat normları önemli. Bunların dışında hareket edildiğinde bırakın
faizlerin düşmesini, olması gerekenin çok daha üstüne çıkabiliyor. Bugün Avrupa
Merkez Bankası eksi faiz uyguluyor. Bugün Almanya borçlanırken eksi faiz var.
Bugün Bulgaristan hükümeti eksi faizle borçlanıyor. Türkiye'nin borçlanma
rakamlarına bakıyorsunuz, çok daha yüksek faizler ödeniyor. Ben buna da
üzülüyorum açıkcası.
Her neyse, bu tartışmalar artık
geride kaldı. Artık biz geçmişle uğraşmak istemiyoruz açıkcası. Zaten onun için
geleceğe yöneldik.
- Oğur: Sizin sermaye gruplarına yakın olduğunuz, arkanıza
Batı dünyasının desteğini aldığınız, Bilderbergçi olduğunuz gibi birtakım
iddialar, intibalar var. Bunlara nasıl bakıyorsunuz?
AK Parti kurulduğunda partinin önde
gelen isimleriyle ilgili de aynı iddialar gündeme getiriliyor, burada ifade
edemeyeceğim daha ağır sözler sarf ediliyordu. Bunlar hep unutuldu.
Türkiye dışa açık bir ülke, dışa
açık bir ekonomi olmak zorunda. Türkiye içine kapandığı zaman fakirleşir,
demokrasisi zayıflar. Tarih boyunca bu hep böyle olmuştur. Biz yıllarca
ülkemizin uluslararası yatırımlardan aldığı payı artırmak için çalıştık.
Yatırım, üretim ve istihdam için büyük bir çaba ortaya koyduk.
Dünyanın en büyük yatırımcılarını
Türkiye'ye yatırım yapmaları için ikna ettik. Bu süreçte tabi ki çok geniş bir
çevremiz oluştu. Dünyanın dört bir yanında tanıdığımız, ülkemize faydalı olsun
diye görüştüğümüz insanlar oldu. Dünyayla olan siyasi ve ekonomik
ilişkilerimizi geliştirmek için pek çok uluslararası toplantıya katıldım. Bu
programların hepsi hükümet kararıyla ve yerime vekil bakan görevlendirilerek
yapıldı. Hepsi Resmi Gazete arşivinde, hepsi şeffaf.
Özellikle ilk yıllarda partinin ve
hükümetin siyasi kimliğini anlatabilmek için özel bir çaba gerekiyordu. Dünyada
önyargılar vardı, kaygılar vardı. Bunları aşmak için özellikle de bize çok uzak
duran kurumlarla görüştüm, toplantılarına katıldım. Kim olduğumuzu, neyi hedeflediğimizi
ilk ağızdan muhataplarımıza anlattım.
- Taşgetiren: Türkiye ekonomisini en iyi bilen
isimlerden biri olarak baktığınızda bugün ekonomide en kritik sorun olarak
neyi görüyorsunuz?
Şu anda ekonomimizin en önemli
sorunu öngörülebilirlik sorunu. Yazılı politika dökümanlarının gelecek
perspektifi vermesi gerekiyor. Başta bağımsız kurumlar olmak üzere kurumların
itibar ve güvenilirliğini artırmak gerekiyor. Para politikasının, maliye
politikasının ve makro ihtiyati tedbirlerin birbiriyle uyumlu olması gerekiyor
ve öngörülebilir olması gerekiyor. Yapısal reformların yeniden canlandırılması
gerekiyor. Türkiye son dönemde, 90'lı yılları andıran yüksek enflasyon - düşük
büyüme - yüksek işsizlik sarmalına girdi. Gelir dağılımı bozuluyor. Büyük
çabalar ve fedakarlıklarla elde ettiğimiz ülkemizin 'yatırım yapılabilir' kredi
notu kaybedildi. "Orta Gelir Grubu"ndan "Yüksek Gelir
Grubu"na geçme aşamasına gelmiş olan ekonomimiz "Orta Gelir
Grubu"nda tıkandı. Hatta bu gruptaki sıralaması dahi kötüleşmeye başladı.
Milli gelirimiz düştü, fakirleştik.
Ülkemizin sadece güncel büyüme ve
kalkınma göstergeleri gerilemekle kalmadı, aynı zamanda uzun dönemli büyüme
potansiyeli de ciddi bir tehditle karşı karşıya. Gerekenler yapılmazsa
Türkiye'nin bu sarmaldan çıkması mümkün olamaz.
Bugün dünyada "eksi"
faizler dönemi yaşanıyor. Likiditenin çok bol ve ucuz olduğu bir süreçten
geçiyoruz. Böyle bir dönemde Türkiye'de devletin ve özel sektörün bu kadar
yüksek faiz ödemek zorunda kalması gerçekten çok üzücü. Türkiye'nin risk
priminin acilen düşürülmesi gerekiyor.
Ekonomideki sorunların sebebi
sadece ekonomi politikasıyla ilgili de değil. Ülkemizdeki hukuk güvenliği
sorunu yatırımcıyı ürkütüyor. Dış politikada dönem dönem ekonomiyi olumsuz
etkileyecek gelişmeler yaşanıyor. Güvenlikle ilgili problemlerin ekonomik
sonuçları oluyor. Topyekün bir siyasi revizyona ihtiyaç var.
- Taşgetiren: Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemiyle
ilgili ne düşünüyorsunuz? Bir yıllık bir uygulama oldu?
Esasen böylesine önemli sistem
değişikliklerini 2017'de olduğu gibi olağanüstü şartlarda yapmamak lazım. Yani
daha makul, toplumun daha rahat tartışabildiği, insanların rahatça görüşlerini
ifade edebildiği bir ortamda bu sistem tartışmalarını yapmak lazım ki doğruyu
bulabilelim. Süreç hızlı gelişti. Dar bir ekip çalıştı. İki parti mutabakatı
sonunda yeterince tartışılamadı. Parti içi demokrasi çalıştırılmadı. Referandum
kampanyasında aktif görev almam istendi. Ben reddettim. Artısıyla eksisiyle
değerlendirildiğinde, Türkiye için faydasından çok zararı olacağına inandım.
Bana soranlara da bunu böyle aktardım.
O günkü kampanyadaki en önemli
argümanlardan bir tanesi koalisyon döneminin biteceğiydi. Bunları belki çabuk
unutuyoruz ama bugün baktığınızda bırakın koalisyonu, baştan ittifaklar
oluşmadan seçime gidilmiyor Türkiye'de.
Burada ilkeler çok önemli. İlkeler
dediğimizde, hangi sistem olursa olsun, öncelikle güçler ayrımı yani yürütme,
yasama ve yargı arasındaki iyi belirlenmiş çizgiler işin temeli.
- Oğur: Yani Cumhurbaşkanlığı veya parlamenter sistem gibi
bir tercih yok kafanızda bu ilkeler çerçevesinde?
Kuşkusuz benim şahsi bir kanaatim
var. Arkadaşlarımızın çoğunun da kanaati aynı yönde. Ancak, bunu bu aşamada
açıklarsam doğru olmaz. Geniş bir ekip kuruyoruz ve herkesin düşüncesini
dinleyeceğiz. Bu ortak bir kararı olmalı.
- Oğur: Az önce olağanüstü hal koşullarından bahsettiniz.
Olağanüstü hal kalksa da hala Türkiye'nin havasını etkilemeye devam ediyor
15 Temmuz darbe girişimi. Siz ne hissettiniz darbe girişimi haberini
aldığınızda. Neredeydiniz?
15 Temmuz'da ben ailemle beraber
tatildeydim, yurt dışındaydım. Ve darbe girişiminden hemen sonra mümkün olan
ilk uçuşla Türkiye'ye döndüm. Meclis hedef alınmıştı, F-16 uçaklarıyla
bombalanmıştı. Meclis'teki oturumlar oldu biliyorsunuz. Bunlara katıldım.
Ankara ve İstanbul'da demokrasi nöbetleri oldu her gece, onlara katıldım. Her
iki şehirde farklı meydanlarda konuşmalar yaptım. 15 Temmuz sonrası çok sayıda
ülkede FETÖ'nün gerçek yüzünü anlatmak için konuşmalar yaptım. Biliyorsunuz
olanlar önceleri dünyada tam anlaşılamadı. Bir sürü farklı teoriler ortaya
atıldı. Ve bizden FETÖ'nün gerçek yüzünü dinlemeleri önemliydi.
Bunların karanlık yüzü hem
Türkiye'de hem de dünyada artık daha iyi anlaşılmış durumda. Şeffaf olmayan ve
takiyye yapan bir örgüt. Türkiye'ye de çok büyük bir zarar verdi. Bu
örgütle mücadelenin sonuna kadar da devam etmesi gerekiyor. En küçük bir taviz
bile asla söz konusu olmamalı. Bir ülkenin demokrasisini, parlamentosunu, bir
ülkenin devlet başkanını hedefleyen bir terör örgütüne mutlaka hak ettiği en
ağır ceza uygulanmalı.
- Taşgetiren: Mağduriyetler de var.
Evet. Öte yandan sürece bakıyoruz,
özellikle yargı süreçlerinde benzer durumda olan insanlarla ilgili farklı
mahkemelerde farklı kararlar çıkıyor. Uygulamalarda sıkıntılar var ve kurunun
yanında yaşın da yandığına şahit oluyoruz. Bu konudaki sorunların çözülmesi
için de gayret gerekiyor. Orada adalet mutlaka tesis edilmeli.
- Taşgetiren: Size de ulaşıyor mu mağduriyet örnekleri?
Tabii çok fazla. Her siyasetçiye
geliyor. Burada en önemlisi tutarlılık sorunu. Adaleti mutlaka tesis etmek
gerekiyor. Bunun için de özel bir çaba ortaya koymak gerekiyor. Hiç kimse
haketmediği bir ceza veya sonuçla karşı karşıya kalmamalı.
- Oğur: Siz kabinedeyken çözüm süreci vardı. Hatta sizin
birlikte hareket ettiğiniz eski bakanlar da bu sürecin önemli
aktörleriydi. Fakat bu süreç yürümedi. Ama Türkiye'nin hâla bir Kürt
meselesi var. Bunun etrafında bir terör meselesi de var. Bu meseleye nasıl
bakıyorsunuz?
Öncelikle devletin tüm
vatandaşlarına aynı yakınlıkta olması temel bir ilke. Bunu ne kadar vurgulasak
az. Her kimlik bu ülkenin asli unsurudur. Aksi halde aidiyet hissi
oluşturamazsınız. Devlet tüm kimliklere saygı göstermek zorundadır. Her bir
vatandaşımız, zaten doğal hakkı olan özgürlüklerini doyasıya yaşamalı. Haklar
ve özgürlükler devletin vereceği alacağı bir konu olmamalı. Hakları ve
özgürlükleri oylatamazsınız. Bu konularda ciddi sorunlar var.
Türkiye'nin bir hak ve özgürlük
sorunu var, bunu öncelikle kabul etmek gerekiyor. Aynı zamanda Türkiye'de
bölgeler arası gelişmişlik farkı var. Toplum kesimleri arasında sosyoekonomik
farklar büyük. Toplumsal hafızada derin yaralar var. Duygusal kopuşlar var.
Sertlik politikalarıyla bunların çözülmesi mümkün değil. Vicdanlı olmak lazım.
Öte yandan, ülkemizin büyük bir
terör sorunu var. Terör sorununun çözümü için güvenlik tedbirleri şart. Burada
taviz asla söz konusu olamaz. Karşınızda silahlı bir örgüt varsa, devletin de
güvenlik enstrümanları vardır. Ancak sadece güvenlik tedbirleriyle terör
sorununun çözülemeyeceğini bilmemiz lazım. Hem bizim yakın geçmişimiz hem de
dünya örnekleri bize bunu söylüyor.
Biz yıllarca şunu yaptık.
"Türkiye'de hem özgürlükleri ilerletiyoruz, hem de Türkiye'nin güvenlik
konumunu güçlendiriyoruz ve bunu eşzamanlı yapıyoruz. Özgürlüklerle güvenlik
arasında bir denge kurmak zorunda değiliz" dedik. Ve bununla yıllarca
iftihar ettik. Her iki alanda birden ilerledik Türkiye'de. Sorunların daha
fazla demokrasiyle çözüleceğine inandık ve bunu da gerçekleştirdik. Yapmamız
gereken o ruhu yeniden yakalamak. Bu konuda da yeniden düşünülmüş stratejilere
ihtiyaç var. Burada iyi bir strateji çalışmasına ihtiyaç var. Kürt sorunu şu
anda bizim en önemli çalışma alanlarımızdan biri.
- Taşgetiren: Burada neyin problem olduğunu
düşünüyorsunuz, problemli alan ne?
Öncelikle Türkiye'de büyük bir
terör sorunu olduğunu, bir özgürlük sorunu olduğunu, bir hukuk sorunu olduğunu,
bir demokrasi sorunu olduğunu, bir ekonomi sorunu olduğunu kabul etmemiz lazım.
Sorunları çözmek için önce o sorunların varlığını kabul etmek lazım. Sorunları
inkar ettiğinizde çözüme nereden başlayabilirsiniz ki? Bizim Kürt
vatandaşlarımızın da, Alevi vatandaşlarımızın da, başka farklı grupların da
sorunları var. Bunlardan kaçamayız. Samimi bir çabayla bu sorunların üzerine
gitmemiz gerekiyor.
- Taşgetiren: Şu anda HDP diye bir olgu var. Yüzde 10-13
civarında oy olarak Meclis'e geliyor. Şu anda devletin HDP'ye karşı bir
tavrı söz konusu. Neredeyse muhatap alınmıyor. Gerekçe olarak da Kandil
ile ilişkisi deniliyor. Ama bu sorunu çözmüyor. HDP bir olgu olarak devam
ediyor. Nasıl görünüyor sizin açısından?
Daha önce de söyledim. Her konuda
yeniden üretilmiş stratejilere ihtiyaç var. Her konuda sıfırdan çalışmalar
yapmak gerekiyor. Bu sorunun bütün boyutuyla açık yüreklilikle ortaya konulması
gerekiyor. Siyasi boyutuyla, güvenlik boyutuyla, sosyal boyutuyla, ekonomik
boyutuyla, uluslararası boyutuyla.
- Oğur: Bu konuda en güncel mesele en son HDP'li üç
büyükşehir belediyesine kayyımların atanması. Kayyım kararlarına ne
diyorsunuz?
Bu konuda eğer sadece yazılı kanun
metinlerine bakarsanız farklı bir değerlendirme yapabilirsiniz ama bir de çok
önemli demokratik prensipler var: Seçilmiş bir insanı görevinden alabilecek bir
gücün sadece ve sadece hukuktan güç alan bağımsız yargıda olması lazım. Çünkü
halkın iradesi demokrasilerdeki en önemli güç. Seçilmiş bir insandan
bahsediyorsunuz. Seçilmiş bir insan orada sadece bir fert değil. Onun arkasında
ona oy veren bazen on binler, bazen yüzbinler bazen milyonlar var. Seçmenin
iradesine saygı göstermek gerekiyor. Aksi takdirde demokrasinin tam da özüne
zarar vermiş oluyorsunuz. Halkın iradesini dengeleyebilecek güç ancak bağımsız
yargı olabilir. Yoksa vicdanlarda derin yaralar açılır. Bir de burada tabi
güvenilir ve bağımsız bir yargı gerekiyor. Demokrasi önemli ama hukuk da çok
önemli. Demokrasilerde hukuku göz ardı ederseniz, demokrasi bir süre sonra
otokrasiye dönüşebilir.
- Oğur: Üzerinden epey geçti ama yine demokrasi tarihimiz
açısından bir kırılma noktası olan YSK'nın İstanbul seçimini iptal kararı
var. O kararı nasıl karşıladınız? Şaşırdınız mı?
Ekonomik krizin en derin döneminde
oldu 31 Mart seçimleri, normal bir dönemde değildik. Tam seçimler bitti derken,
bir üç ay daha Türkiye bununla meşgul oldu. Aylarca ülke bu işe kitlendi,
bunun ekonomiye maliyeti oldu. Demokrasi adına en çok üzüldüğüm nokta şu;
Türkiye'de ilk defa bir seçim sonucu bu kadar tartışmalı hale geldi. Sistemi
zorlamanın kamu vicdanında nasıl yaralar açabileceğine şahit olduk. Devletin
bağımsız kurumlarının, başta yargı olmak üzere, itibarı çok önemli. O kurumlar
hep lazım. Çünkü en kritik dönemlerde hukukun sigortası bağımsız kurumlar.
Siyasette rüzgarlar sert esebilir. O günü kurtaracak bazı dürtüler olabilir.
Başta yargı olmak üzere bağımsız kurumların zaten varlık sebebi bu. Yüksek
Seçim Kurulu'nun itibarını korumak çok önemli. O kurumun itibarı demokrasinin
de sigortası.
- Taşgetiren: Sizin hareketinizin oluşum seyrinde
İstanbul seçimleri ya da genel manada yerel seçimlerde mesela
büyükşehirlerin AK Parti'nin kaybı etkili oldu mu?
Hayır. Tam tarih söyleyeyim, biz 19
Şubat'ta bu çalışmayı başlatma kararı aldık. Bu yılın başında. Tabii ondan önce
de çok geniş çevrelerle istişare ettik. Toplumsal trendlere baktık. Sorunları
insanlar görüyor ama yeni bir siyasi partiye ihtiyaç var mı Türkiye'de, o da
önemliydi. Farklı kesimlerle yaptığımız istişarelerde de bu ihtiyacın artık
geniş kesimler tarafından açıkça hissedildiğini gördük. İnsanlarda oy verirken
en önemli faktör şu anda korku. Elindekini kaybetmekten korktuğu için insanlar
gidiyorlar bir partiye oy veriyorlar. Ya da bir partiye ya da o partinin liderine
çok kızdıkları için gidip başka partiye oy veriyorlar. Kimisi de kimlik
meselesi yapıyor bunu. Gelecek ümidiyle oy vermek, yani 'ben bu partiye o
vereyim Türkiye'yi daha güzel bir geleceğe götürelim' duygusu halkımızda azaldı
maalesef. Bu çok önemli bir problem. Ümit siyaseti artık yapılmıyor Türkiye'de.
Türkiye'de korku siyaseti yapılıyor. Epeyce de kimlik siyaseti yapılıyor.
Türkiye'nin ihtiyacı bu değil. Türkiye buradan düzlüğe çıkamaz. Türkiye'nin
geleceği için yeniden samimi bir şekilde çalışmaya ihtiyaç var. İnsanların
geleceğe ümitle bakabilmesi lazım. Biz ümit siyaseti yapacağız, korku siyaseti
yapmayacağız. FETÖ'yle sonuna kadar mücadele şart.
- Oğur: Türkiye uzun bir süre düzelmez artık diyerek
çok fazla insan yurt dışına gitti. Özellikle eğitimli insanlar bunlar.
Türkiye kısa vadede toparlanabilir mi?
Açıkçası ne kadar insanlar başka
ülkelere gitse, ne kadar da belki geçici bir nefes alma ihtiyacı da hissetse şu
var, herkesin gönlü burada. Onları anlıyoruz çünkü münferiden bir şey
yapamıyorsa hiç olmazsa bir süre şöyle bir nefes alma ihtiyacı oluyor. Bunu da
çok yadırgamamak lazım. Bizim gideceğimiz bir yer yok. Biz buradayız. Çünkü üzerimizde
farklı bir sorumluluk var. Türkiye'nin aşamayacağı hiçbir sorun yok. İyi
dönemleri yaşadık. Türkiye Cumhuriyeti pasaportunu taşımak bir itibardı.
Almanya'da gençler ay yıldızlı kırmızı tişörtlerle sokaklarda dolaşıyordu.
Dolayısıyla çabuk toparlanır. Hele ekonomi en kolay kısmı. İki kere iki dörttür
diyebildikten sonra, rasyonalite olduktan sonra çok kolay toparlanır. Ama diğer
alanların üzerine çok yoğunlaşmamız gerekiyor. Toplumsal hasarı tamir etmemiz
gerekiyor. Popülizmin etkilediği kitleler var.
- Oğur: Türkiye'de şu anda çok sert siyaset yapılıyor.
Hala hapiste olan siyasetçiler, gazeteciler, sivil toplumcular var. Hukuki
olarak çok da güvende olunmayan bir dönem. Muhalefet etmek de o kadar
dolay değil. Bu sert mücadeleye hazır mısınız? Sizin için konforlu, risk
almaz türü değerlendirmeler yapılıyor çünkü.
Taşgetiren: Naif bir insan olarak görülüyorsunuz. Ben tabii buradaki konuşmamızda daha farklı gördüm.
Biliyoruz ki, sadece eleştirel
yazdıkları için işini kaybeden çok sayıda gazeteci var maalesef. Çok üzücü bir
durum. Bu ülkeye yazık. Öte yandan, sivil toplum temsilcilerinin, aydınların,
akademisyenlerin, gazetecilerin ve siyasetçilerin sadece düşündüklerini ifade
ettikleri için özgürlüklerinin kısıtlanması kabul edilebilir bir şey değil.
Gerektiğinde, tutuksuz yargılanma diye bir yöntem de vardır. Bu konular ülkenin
itibarına büyük zarar veriyor. Ülke için bir yüktür, demokrasi için bir
yaradır. Basın özgürlüğünün, düşünce ve ifade özgürlüğünün olmadığı bir ülkede
sorunlar açıkça konuşulamaz. Konuşulamayan sorunlar da çözülemez. Ekonomi de bu
ortamdan olumsuz etkilenir. Bu konularda kıstas bellidir. AİHM kararları ve içtihatlarıdır.
AK Parti kurulurken de yakın ve
uzak çevremizden çok uyarı aldım. Bana 'sen ne yapıyorsun, işin var gücün var'
dediler. 28 Şubat'ın iklimi vardı. 'Nasıl göze aldın' diyorlardı. O günleri
unutuyoruz bugün. Biz o zaman her şeyi göze aldık açıkçası. Memleket için doğru
mu doğru. Herşey güllük gülistanlık değildi o zaman, biliyorsunuz, unutuluyor o
dönem. Tamam işimiz gücümüz var ama memleketin durumu kötüydü. Davet
vardı, öyle bir karar aldık. Aslında o günleri bugünlere çok benzetiyorum. Bugün
yine belki riskler var. Baskıların niteliği değişti. O gün de özgürlük
sorunları vardı. Bugün de var ama farklı kesimler üzerinde ve farklı nitelikte
özgürlük sorunları var. Çok da birbirinden farklı ortamlar değil doğrusu.
Burada önemli olan iyi niyet ve kararlılık.
İnanıyoruz ki Allah doğrunun yardımcısıdır. Arkadaşlarımızla beraber bu kararı
aldık. Bir kere karar aldıktan sonra bu yoldan geri dönüş yok artık.
- Oğur: Babanız sizin siyasete ilk girişinize de karşı
çıkmıştı diye okumuştuk. Bu sefer de karşı çıktı mı?
2001 bir ilkti. Ailede daha önce
yapan hiç olmadığı için siyaseti zor ve karmaşık görüyorduk. Hâlâ da öyle. Ben
siyasete başladıktan sonra ailemizde heveslenip de siyasete giren kimse olmadı.
Ama bizim üzerimizdeki sorumluluk biraz farklı. Başkalarının üzerinde benzer
bir sorumluluk yok. Biz Türkiye'nin sorunlarını iş dünyasının, STK'ların
çözmesini bekleyemeyiz. Medyanın görevi de bu ülkenin sorununu çözmek değil.
Türkiye'nin sorunları çözülecekse yine siyasetle çözülecek. Demokrasilerde
meşru çözüm yolu siyaset. Başka çözüm yolları, Allah korusun, düşünülemez.
Yaptığımız işin siyasi ve vicdani meşruiyeti konusunda en ufak bir kaygım yok.
Hukuki meşruiyet zaten sapasağlam. Türkiye'de anayasa geçerliyse, yasalar
geçerliyse biz çok meşru bir zeminde yürüyoruz. Açık yürüyoruz, şeffaf
yürüyoruz.
Bu çalışmayı başlatmamız bizim için
ahlaki bir sorumluluk, toplumsal bir sorumluluk. Bu çalışmayı başlatmamış
olsak, bu kadar sıkıntı varken ülkede hiçbir şey yapmamış olmanın, hiçbir şey
yapamıyor olmanın vicdan azabını çekerdik açıkçası. Herkeste böyle bir
sorumluluk olmayabilir ama zamanında bütün bu çalışmaların tam merkezinde olan
kişi olarak, pek çok başarıya katkı vermiş birisi olarak bugün geldiğimiz
noktada hiçbir şey yapmamak, sadece izlemek açıkçası büyük bir vebal hissi
oluşturacaktı. O sorumluğu üzerimizde hissettik. Bu bir ahlaki ve toplumsal
sorumluluktu. Bu sorumluluğun gereği olarak başlattık bu süreci.
- Oğur: Geçen ay Şule Yüksel Şenler vefat etti. O sırada
sizin halanız Hatice Babacan'dan bahsedildi. 1967 yılında üniversiteye
başörtüsüyle girmeye çalışan ilk öğrenciydi. Ankara İlahiyat Fakültesi'ne.
Ve oradan ihraç edildi daha sonra. Onun mücadelesi sizin siyasi
fikirlerinizi etkilemiş miydi?
Bu tabi Türkiye açısından önemli
bir özgürlük sorunuydu. İnsanların dini inancı sebebiyle ya da kişisel
tercihleri sebebiyle dışlanması ötelenmesi, ona yasaklar konması kabul
edilebilir bir durum değil. Siyasi bir mücadele değildi o. Bir hak ve özgürlük
mücadelesiydi. Benim diğer halalarım da aynı problemi yaşadı. ODTÜ'de okuyan
kız kardeşlerimden de aynı problemleri yaşayanlar oldu. Halam Hatice Babacan o
dönem İlahiyat Fakültesi'nden ihraç edildi daha sonra Dil Tarih Coğrafya
Fakültesi'ne girdi. Bir sonraki halam, enteresandır, herhalde o dönem şartlar
değişti, başörtülü olarak İlahiyat Fakültesi'ni bitirdi. En küçük halam eczacı
oldu, ama mesleğini geçici diplomayla yaptı, başörtülü fotoğrafı olan diplomasını
geçtiğimiz yıllarda alabildi. Kendisi 1955 doğumlu. Bugüne geldiğimizde benzer
problemler var ama problemlerin etkilediği kitleler değişti. Roller değişti.
Biz hep şunu diyorduk, dünyanın her yerinde anlatıyorduk. AK Parti kurulu
düzene karşı bir isyan olarak ortaya çıktı, bir hak ve özgürlük mücadelesi
olarak AK Parti ortaya çıktı. Bugün bakıyorsunuz kurulu düzen ne, nasıl
tanımlanıyor? Hak ve özgürlük sorunları nerede, hangi kesimlerde? Tabi
baktığımızda benzerlik çok aslında, ama roller değişti, şapkalar değişti.
Yeni bir çıkış gerekiyor artık. AK
Parti içinde çok mücadele ettik, çok uğraştık. Yapamadık, gerçekleştiremedik.
Bizim gibi düşünen arkadaşlarımız da teker teker sistem dışında kaldılar.
Biz bugün bu çıkışı yapmazsak
gelecek nesiller bizden hesap soracak. Bir şey yapma imkanınız vardı ama
yapmadınız diyecekler. Türkiye'deki bu sıkıntıların büyümesine sadece seyirci
kaldınız diyecekler. Hesap soracak olan sadece gelecek nesiller değil. Bir de
büyük hesap günü gelecek. Önemli olan o günde o hesabı alnımızın akıyla
verebilmek. İşte o konuda çok rahatız. Yaptığımız işin meşruiyeti konusunda çok
rahatız.
Yorumlar
Yorum Gönder