Uluslararası Af Örgütü'nden Milana Buyum, Kavala'nın duruşmasını izledi; "umutsuzluğunu" yazdı...
Uluslararası Af Örgütü
Türkiye Kampanya Sorumlusu Milena Buyum,
Gezi Parkı davasının
ikinci duruşmasından gözlemlerini yazdı…
Hemen
yanı başımda duran sivil giyimli görevli gururla, “Bu duruşma salonu 1,000
metrekare, izleyici salonu da 500 kişilik” diyor, “…avukatlar için 200,
sanıklar için 250 kişilik yer var”. Duyduğum sayılar tüylerimi diken diken
ediyor. Bulunduğum yer toplu yargılamalar için tasarlanmış bir duruşma salonu.
Avrupa’nın en büyük cezaevi olan Silivri Kapalı Cezaevi’nin duvarlarının ardına
inşa edilmiş devasa bir salondayım. Buraya Osman Kavala da dahil olmak üzere
sivil toplum alanında çalışan 16 kişinin yargılandığı davanın ikinci
duruşmasını izlemek için geldim.
Osman
Kavala, Kasım 2017’den beri Silivri cezaevinde tutuklu. Kavala ile diğer 15
kişi, 2013’teki Gezi Parkı protestolarına katılmak suretiyle “Türkiye
Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye
teşebbüs etmek” gibi uydurma suçlamalarla yargılanıyor. Suçlu bulundukları
takdirde, şartlı tahliye imkânı olmaksızın, ömür boyu hapis cezasına mahkûm
edilebilirler.
Sabah
erken saatte duruşma salonuna gelip, bu kocaman salonun gözlemcilerle,
gazetecilerle, avukatlarla ve yargılanan kişilerle yavaş yavaş doluşunu
izliyorum. Aniden yüksek bir alkış kopuyor. Osman Kavala, etrafında en az
15 gardiyanla, salona getiriliyor. Her iki yanında ikişer gardiyan kollarından
tutuyor. Yerine doğru ilerlerken bize gülümseyerek dönüyor ve selam vermek için
kolunu kaldırmaya çalışıyor. Oturduğu zaman, gardiyanlar, ailesini ve çalışma
arkadaşlarını görmesini engelleyen şekilde her iki yanında ayakta duruyor.
Üç
hakim ve savcı salona girip yerlerine doğru geçerken hepimiz ayağa kalkıyoruz.
Heyet başkanı duruşmanın iki gün sürecekmiş gibi planlandığını, ama bir günde
bitmesini umduğunu söylüyor ve “Yarın katılacağım başka duruşmalar var” diyor.
Aklımdan ilk geçense, belki Osman Kavala’nın bugün serbest bırakılacağının bir
işareti veriliyor.
Önce
savunma makamına söz veriliyor. Avukatlar birer birer 657 sayfalık iddianamede
suçlamaları haklı çıkarabilecek hiçbir kanıt olmadığını ayrıntılı bir şekilde
açıklıyor. “Madde 312’de tanımlı suçun işlendiğine bir zemin olabilmesi için
açık ve yakın bir tehlikenin bulunması gerekir” diyen bir avukat, sözlerini
şöyle sürdürüyor: “Ceza hukukunda suç konusu eylem, şüphe ve kanıt arasında
devamlılık vardır, bu üçünün birbiriyle bağlantılı olması gerekir. Söz konusu
iddianamenin ise bu bağlantıları kurmak gibi bir derdi yok. İddianame sadece
her muhalif eylemi suçmuş gibi gösteriyor.”
Daha
sonra, davada tutuklu yargılanan tek kişi olan Osman Kavala savunma yapması
için kürsüye çağrılıyor. “Gezi Parkı protestolarını organize ettiğime ilişkin
en ufak bir kanıt yok” diyen Kavala, savunmasında şunları söylüyor: “Şiddet
içeren herhangi bir buluşmaya veya toplantıya katıldığıma ilişkin herhangi bir
kanıt bulunmuyor. Tam tersine, ben olayların sükunete ermesi için
protestocularla yetkililer arasında arabuluculuk rolünü üstlendim. Gezi Parkı
protestolarından sonra sorgulanmadım. İlk kez gözaltına alındığımda bana Gezi
ile ilgili sadece Brüksel’deki bir fotoğraf sergisi ve telefonumdaki iki fotoğraf
soruldu. Hiçbir kanıt içermeyen bu iddianamenin hazırlanması 16 ay sürdü. 21
aydır cezaevindeyim. Tahliyemi talep ediyorum.”
Osman
Kavala’nın etkileyici konuşması dakikalarca alkışlanıyor ve kendi kendime şöyle
diyorum: “Bugün serbest bırakılacak, bu saçma sapan eziyet de bitecek.”
Daha
sonra savcı ayağa kalkıyor. Savunma makamının taleplerini tekrarlıyor ve son
derece yavan bir tonla hepsinin reddini talep ediyor. Üstelik bunun için hiçbir
gerekçe, itiraz veya hukuki argüman da sunmuyor. Merak ediyorum, acaba savcı,
savunma avukatlarının suçlamalara ilişkin tüm gerekçeleri bir bir çürüttüğü son
altı saatte söylenenlerden herhangi birini dinleyip dinlemedi mi?
Duruşmaya
ara veriliyor, gardiyanların çevrelediği Osman Kavala salondan götürülüyor,
bizim de dışarı çıkmamız isteniyor. Ara kararı öğrenmek için yargılanan
kişilerle avukatlarının dışında yalnızca uluslararası gözlemcilerin,
diplomatların, milletvekillerinin ve aile üyelerinin tekrar salona girmesine
izin veriliyor.
Yarım
saat kadar sonra boş salona geri dönüyoruz. Stresten midemin kasıldığını
hissediyorum. Ben böyle hissediyorsam kim bilir Osman Kavala’nın eşi Ayşe Buğra
kendini nasıl hissediyor?
Heyet
geldiğinde yeniden ayağa kalkıyoruz. Heyet başkanı “çoğunlukla” aldıkları
kararı okuyor: Sanık taleplerinin tamamı reddediliyor ve Osman Kavala’nın
tutukluluğunun devamına karar veriliyor. Bir sonraki duruşma tarihinde Kavala
neredeyse iki yılı cezaevinde geçirmiş olacak. Bu, tutukluluk süreleriyle
ilgili Türkiye’nin korkunç standartlarına göre değerlendirildiğinde bile, çok
uzun bir süre.
Gün
boyunca ister istemez gelişen umudumun yok olduğunu hissediyorum. Duruşma
salonunun genişliğine bakıp düşüncelere dalıyorum: Koskoca duruşma salonunda
adalete küçücük bir yer yok.
Yorumlar
Yorum Gönder